Saat gecenin karanlığına doğru gidiyordu. Uzaklara dalan bir canlı gördüm. Bunca yaşadığı hayatın belli bir kuplesine şahit olmuştum. Yaşamından, ölümüne değişmeyen konulardan bahsetmişti ta o zamanlar. Bahsedilen bu kuplenin nakaratları da olmuştu. Bir şarkının can alıcı sözleri gibi. Sesi güzeldi. Çok da hoş gelmişti insanların kulağına. Gel zaman git zaman şarkının tonu, ritmi, sözleri herşeyi bombok olmaya başladı. Artık çevresindekiler onun dediklerini anlamıyordu. Aslında dil değiştirmemişti. Sadece zihin değiştirdiği için normallerin frekansından sapmıştı. Bu onun kurtuluş yoluydu. Bunu elbet yapacaktı, mecburdu. Eski radyolarda frekans bandı vardır. Bu banttan çıktın mı ses gelmezdi. Zaten çıkamazsın da o skaladan. Çünkü bir süre sonra o çevirdiğin yuvarlak düğme ya dönmemeye başlar, ya da boşa döner. Ulaşacağı noktaya ulaşmıştır çoktan. Bu da öyle bir noktaya geldi. Çeviriyor çeviriyor değişen bir şey yok. Boşa dönen düğme misali. Kurtulmak istiyor artık çevresindekilerden. Sevmediği veya bıktığından değil, utandığından. “ Elalem ne der? ” sorusundan. Bu soruyu sana soracaklara adam gibi bir cevabın yoksa neden kalkamayacağın taşın altına giriyorsun? Komiksin sadece. Ne mal olduğunu bilen üç beş şakşakçı kaldı yanında, hatta onlarda kalmadı belli bir süre sonra. Şöyle bir ayağa kalkıp etrafında dönersen, kimsenin kalmadığını farkedeceksin zaten.
Biri senin hakkında sana kötü bir cümle kurmuştu. Yaşamınla ilgili. Özellikle bu cümle kaldı aklımda sen titrerken ne yapacağımı bilmez dumurlukta. Şimdi komik geliyor bu anı bana. Neden mi? Seni çözen insanlar sana gerçeği söylediğinde hep yeni insanlara kaydığın için. Bu son kayışın olur belki. Ya da iki, üç kişi kayarsın birkaç yıl sonra. Eğer o günler geldiğinde elinden tutup lunaparka götüren olmazsa beni ara. Çünkü seni kayarken görmek hep keyif vermiştir bana “Lunaparkçı Kız”.