Home

Ayrılamadığın “SEN” Ve Prangaların

İnsanların kafasının içindekilerdir önemli olan. Uzun bir aradan sonra böyle bir cümle ile başlamak. Beni buraya sürükleyen bu cümle değildi. Buraya sürüklendikten sonra aklıma gelen ilk cümle. Sebep nedir ? Arkada çalan Sezen Aksu şarkısı mı ? Yatağımda uzanmış birkaç kalem bir şeyler yazmak mı ? Yoksa o tepeden masaya vuran ışığın beni sigaraya çağırması mı ?

Sorularla başladım yine. Şimdi iki kelam edelim. Hayatta bazen kafandakileri yarıştırırsın. O sana öyle oyunlar oynar ki sanki sen kandırılmak istersin. Kazananın belli olduğu o boş arazide illa ki diğerine şans verirsin. Defalarca verdiğin şansları harcayıp, tüketen o manyaklığa. Belki o manyaklık değil sensindir. Konuştuğunda ona bu tarz lakaplar takarak aslında kendini kurtarıyorsundur. Ya da onunla yaşamaya o kadar alışmışsındır ki aslında sen olmuştur. Ama bir tane sen sana yeter zaten.

“Haydi söyle onun seni nasıl sevdiğini..” Rastgele odanın içinde dolanan o ses yankısının koşarak kulağıma gelen bu kısmının, bu düşünceden sonra gelmesi de ayrı bir ironi oldu. Bence de haklı olabilir. Sen onu terk edene kadar onun sevgilisi olmuşsun. Ayrılmak isteyip ayrılamadığın bir sevgilin var. Normalden farklı olarak, bu sevgili bunu bildiği halde o da senden ayrılmıyor. Belki de hoşuna giden budur. Sen ne yaparsan yap, ne kadar batırırsan batır senden ayrılmıyordur. Sahi sence bu kadar zorbalıklara karşı en fazla boğazına takılan zeytin tanesinin verdiği kadar acı hisseten bu kimliğin gerçek adı nedir ?

Her zaman onu seveceğini bildiğin ama bir gün onu terkedecek olmanın da verdiği üzüntüyle bu kimliği alt edeceksin. Etmek zorunda kalacaksın aslında. Bu kolay olmayacak ama olacak. Olmak zorunda. Olmalı mı ? Şartlar bunu gerektiriyor mu ? Konuştuğun bu yeni duygu senin için saf olamaz. Kafandaki geçmişe bir durak uzakta olan o mahir düşünce sendeki saflığın önüne geçerek mantıkla arkadaş olacak. Ne kadar ileri gidilir olmayı sana unutturup kabullenmeyi reddettiğin bir akışa sürükleyecek. Bu saatten sonra değil bir kişi, otuz kişi toplansa da senin o üzerindeki tonlarca yükü bir toz tanesi gibi itmeye yetemeyecek. Bırak toz tanesini birkaç yüz kilo halinde parça parça nakil etmene bile izin vermeyecek. Ya lastiğin patlayacak, ya da yakıtın bitecek. Radyon bile bozulabilir. Bu bile etken olabilir. Sonuçta sevmediğin bir şarkı, analog çekmece kulpu şeklinde cızırdayarak çevrilen o yıpranmış tuşun sebep olduğu yüksek sesle kendini susturup ilerlemeni engelleyen sebepleri birer nota haline getirecek.

Seneler geçmeye başlıyor. Sanki dünyanın etrafında dönüp yılda bir kez gelen o treni hep kaçırıyorsun. Bir kere mi geliyor peki ? Yoksa defalarca mı ? Belki bir kere geldiğini düşünüyorsun. Sen durağa giderek seni engelleyen o yukarıdaki şarkıyı kulaklıklarınla içine hapsedip bunu öğrenebilirsin. Orada beklediğin her an sıkılacaksın ya da hiç gelmeyecek sanacaksın. Fakat böyle bir durum olmayacak. Tam senin şarjının bitip hapisten kurtulan o şarkı sözleri tüm ümidini kıracak iken sessizlikler içinde raylarda yankılanan o notasız şarkı vuracak kulağına. Aslında bu seni kurtaracak olan en iyi beste. Çok uzaklardan geliyor belli ki. İlk defa onu görüyor olabilirsin. İçine binip yolculuk yaparken yabancılayabilirsin. Ama tamamen farklı bir yolculuk yapacak içten içe. Sora sora doğru alana gidecek. Kapıları kocaman küflü zincirlerle kapalı o girilmesi imkansız mabede girecek. Bir üflemeyle yıkılan üst üste konulmuş kartların devrilme kolaylığıyla.

Yolculuk sona erdi. Herkes gideceği yere ulaştı. Dur bir dakika trenden biri inmedi. Saklanmış son vagona onu biri çağırmasın diye. Kulağında 1980 model eski ama bir o kadar da kaliteli kulaklık. Saklandığı yerden sesi o kadar net ve çok veriyor ki kulağına, bırak dışarıdan gelen sesleri sanki bir rüyaya dalmışçasına ruhunu teslim etmiyor. Peki ne olabilir bu ayaklarına prangalara vuran şey ? Ben sana söyleyeyim ufaklık. Bu aslında tam olarak sensin. Şarkılara iftira attığın görünmez olan sen. Aslında şarkılar bahane. Ayrılamadığın “SEN” prangalarını nasıl sökebilir ?

Hep Yek

Yaşananların farklı pencereleri açılmıştı. Hava almak için açtığında o pencereyi gözlerini kıstıran bir lodos çarpmasıyla alıydığın. Belki birkaç saat, belki birkaç gün ayık tutan seni. Bu sende kalan küçücük bir kırıntının da habercisi. Sendeki dalgaların aslında sahildeki, üzerinde minnacık çocukların kumdan kale yaptığı; genç sevgililerin birbirlerine sarılarak kafalarında sadece o anın huzurunu hissettikleri bedenlerine rahat bir yastık görevi yaptığı kum tanelerine sarılması. O dalganın kıyıya ulaştığında köpüren,sert vuran dalgalarını durultan. Evet küçücük kum tanelerinin bile faydası var şu hayatta. Sendeki o küçücük kum taneleri de emin ol işe yarayacak bir gün.

Bir gün konuşman için etrafına baktığında tek isim geldi aklına. Bunu umursamadan zar zor tuşladın numaraları. O an bastığın numaralar önemliydi senin için, bir kişinin olması değil. Çünkü bu aklına bile gelmedi. Böyle boyu elli santimetrelerde bir çocuğun kapının ziline basmak için zıplayıp durduğu, ama yetişemediği için ablasını çağırıp bastırdığı zile boyunun yetişmediğini anladığı kadar bile anlamadın. Ya da zıplamakta ısrar ettin. Bunun sebebi senin zile basman değil. Zili çaldığında karşına çıkanlardan korkman. Aslında korkman da değil sanki uğraşacağın onca dert. Bazen sana hak veriyorum. Ama sadece bazen. Bu da bana bunun yanlış olduğunu en azından altına bir tabure getirmen gerektiğini anlatıyor.

Olayların başlama sebebi nedir bilinmez. Ya da tahmin edilir. Ya da bilinir. Neyse boş ver, biz bilmiyor gibi yapalım. Zaman ilerler ilerler ve sonunda güneşten yanan o bunaltıcı soğukta kısa bir yaprak oynamasından tenine çarpan rüzgar parçacıkları sırtına da çarptığında ferahlaman gerekirken üstüne hırkanı almaya kalkarsın. Yanında yoktur bir hırka. Uzatmasını beklersin birinden. Birinin yanında hırkası yoktur. Biri üzerine kaban atar. Binlerce seçenekten sana ihtiyacını verecek yoktur ama seçenek çoktur. Ya bir hırka istersin olmayandan, ya da kabanı giyersin o sıcakta. Peki hangi bol seçenek olursa olsun geçici bir basit rüzgardan sadece seni korumak olsa düşüncesi etrafındakilerin. Sadece sarılsalar sana. Bu akıllarına gelmez mi? Belki gelir deme. Hadi ama. Kandırma kendini.

Hayat yargılamak kimsenin hakkı değildir. Hele ki başkasınınkini. Sadece insanlar sevdiklerinin üzülmesini istemez. Öyle öğretilmedi mi bu bize? Biz de öğrenmiş olabiliriz itiraf ediyorum. İnsan kafasında değişik, ilginç olgular olabilir. E tabi bu da insandan insana değişiklik gösterir. Bu insanlardan düşünce farkı olanlardan olmalısın. Etrafına oluğun kadar kendine de ihtiyaç duymalısın. Yeri gelir o insan senin yanında olmayabilir. İşte bu zaman o insan sanki yanındaymış gibi kendini yönetebilmelisin.

Bak benden sana tavsiye çocuk. Yıllar önce iki zar atıp pulları kaldırdığımda karşımda ağlayan birini hatırlıyorum. İşte o zaman aklımdan bir türlü çıkmıyor. Bir gün sende attığın zarlar sonrası düşüncelerin onun gibi olmasın. Hep yek atsan da alacak bir kapın olsun.

Israr Ediyorum Sana

Az önce tam elli kelimelik bir şeyler karaladım. Sonra sildim. Devamı gelmedi. Aslında yazasım var ama yazamıyorum. Sanki rahatlıkla bir ambarda bulunan buğday tanesi kadar kelime dökecek iken kitlenip kalman gibi. Var geriden gelen bir şeyler ama ekrana düşmüyor. Peki neden silip yazılıyor bu metin? Bu ısrardaki amaç ne?

Tam da konumuz bu. İnsanlardaki ısrar. Bazen gereklidir. Başarının anahtarı olduğu hikayesinden en az bir tanesi kaçmıştır kulağına. Kesin anlatmıştır biri bir hikaye sana bu konuda. Bazen ise ters tepenlerden olabilir. Gereksiz ısrar zaman kaybı, kişi kaybetme olarak dönebilir düşündüğün sonuca inat olarak. Peki buradaki bu çizgi nasıl saptanmalıdır?

Çok şükür herkesin bir zekası mevcut. Belli hastalıklar dışında tabi. Etrafımızdaki çoğu insanda düşünme kabiliyeti de var. Yaşadığın olaylara bir geri dön bak. Israrcı olduklarına. Şu an mantıklı düşünüp yaptıklarını tekrar bir sorgula. Onlarla iletişime geç. Sana neye mal oldu. Mal oldu diyorum bak, yanlış yazmadım. TDK da bir araştır mal olmak ne demek. Der ki sana bir şeye bir değer karşılığında sahip olmak. Yaptığın bir şeye verdiğin değer, yaptıkların karşılığında bir sonuç doğurması ve buna maruz kalman. İyi veya kötü. Bu açıklamayı yapmamdaki amaç bilmediğinden değil, vurgudur beynindeki hücrelere sabitlenmek istenen. Israrların sana ne gibi sonuçlar doğuracak ve bundan hoşnut kalacak mısın? Aslında düşünmen gereken cevabın sorusu tam olarak bu.

Yapmayın arkadaşlar. Saçma sapan olaylarda ısrarcı olmayın. Hayat böyle geçmez be. Yaşam böyle sürmez be. Sizin psikolojiniz ne ara bu seviyelere geldi? Nereye gidiyoruz? İnsanlar artık yaşamlarını zorlaştırma konusunda arşı delecek düzeye ulaştılar. Birini üzmek, kırmak, hayatını zorlaştırmak bu kadar kolay olmamalı.

Az önce bir video gönderdi bir arkadaşım. Olayı anlatayım sizlere. Beyazıt Öztürk ünlü olduktan sonra bir köye gitmiş. Haliyle civar köylerden de onu görmek için gelenler olmuş. Harman yerinde toplanmış ahali. Nereden baksan 300-400 kişi var. Horon tepiyorlar. Eğleniyorlar. Beyazıt’ın yanına iki çocuk gelmiş. Demişler abi sana bir şey sorabilir miyiz? Beyazıt içinden geçirmiş şimdi imza isteyecekler, fotoğraf çekinmek isteyecekler. Ortam kalabalık, hani stüdyoda olur ya biriyle fotoğraf çekinirsin, imza verirsin. Sonra herkes ayağa kalkar yanına gelir, onlar da ister. Ortam çok kalabalık. Burada da bu olacak. Sonra demiş: Söyleyin abicim. Çocuklar, abi biz başka bir köyden geldik. Buraya gelebilmek için sekiz saat yürüdük. Şu an saat on iki. Şimdi çıksak yola, yarın sabah sekizde köyümüze varmış olacağız. Biz şu an gitsek ayıp olur mu sana? Beyazıt diyor ki hayatımda hiç bu kadar utanmamıştım. Benim düşündüğüme bak iki küçük çocuğun söylediğine bak.

Bu düşüncelerden, mantıktan buralara nasıl geldik, inanın insanın kafası almıyor. Herkes üzerinden konuşmuyorum bu durumu. Ama salt bir çoğunluk var maalesef. Bu duruma gelmemizdeki sebep ortamın değişmesi, artık insanların yüzsüz olması mı? Yoksa ilerleyen senelerle insanların bazı değerlere artık önem vermemesi mi?

Ben söyleyeyim sana canım arkadaşım. Bunu biz kendimiz yapıyoruz. Bilerek ve isteyerek. Artık insanların arasındaki ilişkiler değişmeye başladı. Cahillik artmaya devam ediyor. Cahillikten kastım okuma, yazma, meslek sahibi olma falan değil. İnsanlık değerlerinden uzaklaşma. Karşı taraftan çıkar beklentisine dayalı ilişkiler kurmak. Tamamen kendimiz için yaşamak. Başkalarını düşünmemek. Bu hayat ne kadar böyle devam edebilir ki. İnsan ne kadar bencil yaşayabilir ki. Sınırları zorlar düzeye geldik hakikaten de. Değişiyoruz maalesef. Gidilen zaman dilimi parlak ışıklar altında yemyeşil bir ormanda ağaç hışırtılarının arasından kuş cıvıltılarının inlemesi ortamına gitmiyor inan. Yanlış yoldayız. Yanlış değerleri benimsemeye başladık. Bundan alıkoyamıyoruz kendimizi. Bu furyaya biz de katıldık ve gittikçe büyüyen bir topluluk olmaya başladık.

İnsanların değerleriyle oynamaya, onları kandırmaya o kadar alıştık ki artık bunlar bize sanki normal gibi geliyor. İnsan olumsuzluklar içinde boğulup ölmeye başladı. Sürekli birilerini suçlamaya başladık. Hayatımızın sürekli sıkıntılar içinde gittiğini, mutlu olamadığımızdan bahsediyoruz. Sürekli bu zırvalıklarla vaktimizi geçiyoruz. İnanmışız bir kere abi. Bu durumdan kesinlikle biz suçlu değiliz. Ortam kötü, insanlar kötü, yaşam zor. Hiç bir şeyden keyif alamıyoruz. Olumsuzluklara o kadar inanmışız ki, sanki biz sütten çıkmış ak kaşığız. Sanki biz değil de etrafımızdakiler problemli. Yapmayın Allah aşkına. Siz bari kurmayın bu kendinizce süslü cümleleri.

Nereye gidiyoruz durun bir düşünün şu an. Kişi önce kendini bilmeli. Kendine bakmalı. Düzeltmeli. Kendi düzeldikten sonra etrafını düzeltmeli. Etrafına aşılamalı bunu. Eminim şu an zor geliyor sana. Lan ben nasıl düzelteyim tüm toplumu. Sayın arkadaşım ahmak olma. Sen böyle düşün ben böyle düşüneyim nasıl olacak peki bu iş? Artık elindeki topu başkalarına atmayı bırak. Tut o topu elinde. Patlarsa sende patlasın. Yenisini alırsın veya atar biri sana bir top yine. Orada denersin şansını. Artık şu ümitsizliği kaldır bir rafa. Mutlu olmak, huzurlu yaşamak sadece maddi bir olanakla elde edilmez. Benden sana tavsiye. İnsan kendini ne kadar mutlu hissetmek isterse şu dünyada o kadar mutlu olur. Nereden mi biliyorum hayvanlardan. Onlar sevildiğini hissetmek için senin yanına gelirler. Bacağına,koluna sürtünürler, kucağına atlarlar. Çünkü bunu istiyor. Buna ulaşmak için bir çaba gösteriyor. Sen otur oturduğun yerde. Kolunu bile kıpırdatma. Gelir gelir merak etme sen. Bir hayvan kadar olamadığımız şu dünyadan kurtulmamız dileğiyle. Mutlu olmak için bir şeyler satın almaktan, gerçekten onu istemek evresine geçmek dileğiyle. Yaşadıklarımızdan tat almak dileğiyle.

Biz ne kadar istersek o kadar mutlu oluruz. Ümitsizlik yakamıza yapışsa da ondan kurtulmak o kadar da zor değil. İnsan istediğini yapabilme yeteneğine sahiptir. Bizim bunu gibi mükemmel bir yeteneğimiz varken bu yeteneğimizi kullanmamakta bu kadar ısrarcı olmamız gerekir. Israr dedim ya arkadaş, artık durumlar için ısrar etmeyi bırak. Yaşadıklarındaki olumsuzluklardan kurtulmak için ısrar et. Kendini mutlu etmek için ısrar et. Artık kullan şu mereti düzgünce. Israrın bol olanlardan ol ama yaşama sevincini artıran ısrardan, boş ısrarlardan değil. Çünkü bunu hak ediyorsun. Çünkü sen de bunu istiyorsun, sadece fark edemiyorsun. Şimdi ısrarı nerede kullanacağını anladığını düşünüyorum. Anlamadıysan sana ısrar ediyorum. Şu yazdıklarımı bir tekrar oku.